Yol Ayrımları-Beni Sevdiğim Öldürür

Gönderen Dert Ortağı 27 Mayıs 2010
Yol Ayrımları-Beni Sevdiğim Öldürür



Yol Ayrımları
Beni Sevdiğim Öldürür

“Dinle neyden kim hikâyet etmede,
Ayrılıklardan şikâyet etmede.
Der kamışlıktan ayırdılar beni
Nalişim zar eyledi Merd-ü zeni”
Mevlana


Ne çok insan gelip geçti hayatımızdan. Birileri bir zamanlar bir parçamız kadar birlikteyken, şimdi nerede olduklarını bile unuttuk. Buluşup ayrılan ırmaklar var mı; buluşup ayrılan sular. Şuncacık ömrümüzün sırtına ne çok ayrılık yükledik; kaç insanın sureti birikti kalbimize. İçimiz bir mezarlığa döndü. Ne zaman oraya takılsa gözlerimiz, çaresiz kanamalarımızla yüz yüze gelmiyor muyuz? Ne kadar dayanıklı şu insan denilen canlı. Nice korku dolu zamanlarımız oldu: yitirme, terk edilme, yalnızlık korkuları. Ölüm korkusuna bile alışıyor insan giderek; istemese de, korksa da…

“Çünkü ölmek daha kolay sevmekten
Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam
Sevgilim..”

diyor ya Aragon. Bir Anadolu türküsünde ise, adı bilinmedik ozan:

Ölümünen ayrılığı tartmışlar
Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık

diyor.Kaç kez denedik aşkı ve onun ölümden fazla gelen acısında imbiklendik. Kaçı sevgi, kaçı yanılgıydı yaşadıklarımızın; bilemedik çoğu zaman. Sevgilerimiz için ve yanılgılarımıza çok ağladık, çok kanadık; geride kaldı gözyaşlarımız. Yüreklerimiz ne yaptı o eski yaraları, neresine sakladı. Bir daha dokunmayacağımızı, göremeyeceğimizi bilmeden ayrıldık kaç kez. Vedalaşmadan, öylesine ayrılıverdik. Giderken dönüp bize bakmayanlar da oldu, dönüp bakamadıklarımız da. Ah zaman, nasıl en büyük tutkuları hiçleştirdi yavaş yavaş,yok etti.O ışıklı dünyalara açılan kapılar,örümcek bağladı ve unutuşun karanlığında yitti,içimizin bir yerlerinde. Nankörlükler yaşadık, bencilliklerle boğuştuk.”Ders alarak çıktık” dedik ama ders almadığımızı gördük; yeniden aynı yanılgıları yaşadıkça.Ne çok benziyoruz birbirimize. Ağlama, gülme, sevme nedenlerimiz; ayrılıklarımız, buluşmalarımız; ilk sözlerimiz, son sözlerimizle, ne çok benziyoruz birbirimize. Hep yanlış anlaşıldığımızı düşündük, hep karşımızdakinin bizi anlamadığını.Hep anlaşılmak istedik,anlama kaygılarımızı ikinci planda tutarak. Engeller oldukça vahşice çoğaldı tutkularımız.Engelleri yıka yıka,gemileri yaka yaka,geri dönülmez adalarına çıktıklarımızla korkunç uçurumlar ve yıkımlar yaşadık.Düşlediğimiz gibi olmadı hiçbir şey. Ne çok şey bekledik karşımızdakinden ve alamayınca beklentilerimizi, kırıldık, incindik, yaralandık; düş kırıklığına uğradık. Kim bilir bizden de ne çok şey beklendi. Özveriler konuşulmadı tartışmalarda, iyi yanlar, güzel zamanlar yok sayıldı. Onu anlamadığımızı, anlamaya çalışmadığımızı söylemektense, bizi anlamadığını, anlamak istemediğini suç hanesine yazdık onun. Haklı olmadan içimiz rahat olamazdı ki. Haklıydık. Hatta bizim yanlışlarımıza zemin hazırlayan karşımızdaki oluyordu sonuçta. Bir yolunu bulup haklı olmasa insan nasıl rahat edebilirdi. Bu yol da, hep karşımızdakini suçlamak değil miydi? İnsan yitirdiklerini yitirdiği zaman anlar.Yitirdiği yani geriye dönmenin olanaksız olduğu zaman, işte o zaman kendi içimizde yaşarız söylenmemiş sözlerin,susmamak gerektiği zaman susmuş olmanın acısını.
Bir basit şeyden fırtınalar kopar da, sonra o fırtınalar başka fırtınaları yaratır, giderek yenileri eklenir. Sıradan bir tartışmada ağızdan çıkan bir söz, olması gereken durumun çok ötesinde, insanı yaralar, paralar, darmadağın eder de, kaldıramaz yürek çoğu zaman. Beklemediğimiz ve ummadığımız ne sözler ve davranışlar eklenir uç uca; karşılığında benzer tepkilerle fırtınalar yaratılır.Kırılır aşk gemisinin direkleri,dümeni darmadağın olur. Ne hatırı kalır güzelim zamanların; ne edilmiş gönül uçuran sözlerin bir değeri.
Belki de karşımızdaki insan, sadece bir yanılsamaydı. Biz onu kafamızda yarattık da yeniden, şimdi o kendisi olarak açığa çıktıkça tahammül edemiyoruz işte. Aynı şey onun için de geçerli oluyor, ona, onunla benzer tepkiler gösterdikçe.Belki de hiç tanımamıştık birbirimizi. Herkes kendini biraz farklı sunmuştu hep. Asıl sorun buradaydı tam da. Kendimiz olmayı bıraktırmışlardı bize. Hep o şiirlerdeki, romanlardaki, filmlerdeki, şarkılardaki gibi bir aşk hayaliyle yaşamamış mıydık bu zamana kadar. O derin bakışlı adamla, o gizemli kız masalını yaşamak istemedik mi. Ama kimse sonsuza dek bizim hayalimizdeki insan rolünü oynayamazdı, bu dünyada; ister istemez ele verecekti kendini. Doğrular az farklıyken, sonradan herkesin kendi doğruları ortaya çıkacak ve arada uçurumlar açılacaktı. Kuşkusuz insanımız o değildi, öyle düşünecektik. Bir parçası olacaktı ömrümüzün yanılgılar.
Ne garip canlıdır şu insanoğlu, beğenilerinin terazisi yarin saç telinden incedir. Sen çok beğenerek överek anlat çevrene insanını. Çevrenden birileri; ”bula bulu bunu mu buldun “ demeye başlarsa, bu kez kuşkuyla bakmaya başlarsın karşındakine. Hayır, yasak koyarlarsa, inatlaşırsın, tutkun artar.Çevremiz atar kimi zaman ayrılık adlı ölümün ilk tohumunu aşk fidanının köklerine,hiç haberimiz olmadan.

Bazen buruk bir hüzün yalar gülümseyişi
Söğüdün yaprağını sarartan bir rüzgâr eser görülmez
Bir an bin ömür boyu uzar. Bir susuş bin zından taşır içinde
Bazen kovsan da gitmeyen bir köpeğin yalvarışları vardır bakışlarda
Bazen kendi parçana tanımadık gözlerle bakarsın
Senin değil miydi bu kol
Tutmadın mı şu parmaklarla yârinin memelerini
Saçlarını okşamadın mı
O dudaklar sana ait değil miydi,
bak acı bir ciddiyetle büzülmüş
yarin yüzünde açan gül hani
Sanki bir kez bile açılmamış bu ağız
Bir bıçakla kesmişler aralarını
Kapanmaya çalışan bir yara şimdi
Onları sen öpmedin mi
Hani dostundu-yandaşındı-yoldaşındı o
Az sonra kaybolur uzaklaşan silueti
Bu yar senin değil miydi- kalbinden daha yakın
Bazen kendi parçana tanımadık gözlerle bakarsın böyle
Yabancısın artık
iki damla yaş dökülür
Bütün kavgalardan arınmış
Günahsız
İnsanı ikiye böler yol ayrımları

İnsanı ikiye böler yol ayrımları.
Bir parçan bir yana diğer parçan öbürüne gider.
Kanar ikisi de.
En azından sen bilirsin kanadığını.
Şimdi nereye gideceksin.
Yeniden başlamalar kanla büyür derinlerinde
Ağzında kurumuş denizlerin tadı
Dilin çöl kesilir kuş uçmaz kervan geçmez
yanarsın
insanın yurdu insansa
kolay mı
bir başka yerde açmak yeniden ilkbaharı
kanarsın…

Öfkeyle bağırmalarla gelir çoğu kez
İçindeki acıyı bastırmak istercesine
Hani nasıl yaratmışsan güzelliklerle yârini bir zaman yeniden
Şimdi soy giydirdiğin melek giysilerini üzerinden
Suçla ki
Unutsun kalbin
Oysa zaman hangi zaman unutulur
Bahçeden kulak kesilen güller
Başını uzatmış akasya
Sahipsiz kalacak olan terlikler nasıl da mahzun
Zaman hangi zaman
Yer çimen değil beton
Gök mavi değil sarı
Binlerce suçun sahipsiz kaldığı
Bir deli arasattır yol ayrımları
ağlarsın

Devasa bir zindanda yaşadığını bilmeden yaşayan günahkâr bir kalabalık akar gider. Akar gider telaşlı, kırgın, kızgın, asık. Kafalarında milyonlarca dert. Denkleşemeyen kira, yetişmeyen kömür parası, kızının işsizliği, oğlunun serseriliği, anasının şekeri, kardeşinden yediği kazık, akıp gider kalabalık. mutsuz. Sanki bu dünya bilmedikleri sayısız günahın cezasını çekmeye geldikleri bir cehennemdir. İşte bu cehennemde biçimlendirilir insan. Şairin dediği gibi:
“İşte sevgili, bir tek sevgili
Nasıl değiştirir dünyanın gerçeğini” sanmaya başlar. Elbette bir sevgili ne çok şeyi değiştirir yaşamda. Emek yeryüzünde en yüce değerse, aşk emeğin yarattığı en yüce değerdir. Düzenin durmadan kırdığı, eğdiği, basit isteklerinden yoksun bıraktığı; ancak işine yaradığı oranda değer verdiği insan, insanlığından çıka çıka büyür. Beynine kurtuluş olarak, basınla yayınla, kitapla gazeteyle kazınan sevgili ise, aslında yeryüzünde olmayan biridir. Aşksa emeği içinde barındırmayan bir ilişki biçimi. Toplumun dayattığı, rahat bir yaşam ve denklik ilkesi ise, daha çok maddi bakmalara neden olduğundan ortaya tuhaf bir sevgili modeli çıkar. TV lerde gösterilen pop şarkıcıları veya sinema oyuncularına benzeyen biri, ekonomik olarak en azından kendisiyle benzer düzeyde olan biri. Bu insan romanlardaki, şarkılardaki, şiirlerdeki gibi biri olmalı ki, hayalindeki aşkı yaşayabilsin. Hayalindeki aşk da filmlerdekine benzer. O versin, o yapsın, o etsin, sen mutlu ol. Şair neden böyle diyor:
“İşte sevgili, bir tek sevgili
Nasıl değiştirir dünyanın gerçeğini” Sevgili dünyanın gerçeğini değiştirebilir mi? Binlerce sevgili ayrılıyor her gün. Dünya değişmiyor.
Sevgiliyi sorunlarının çözümü olarak görenlerin bekledikleri sihir gerçek olmayacaktır. Durmadan üretilen sorunlarla, bağımlı olduğu insanın sırtına yük olmak değildir aşk. Giderek, taşıdığımız bir kilo ağırlık, nasıl tonlarca olur yol uzayıp sarplaştıkça; taşınamaz olur. Oysa aşk hayatı birlikte omuzlayarak çoğaltan bir üretim değil mi. Kendini sürekli üretmeyen aşk, ölür. Ölü aşklardan, binlerce hazin hikâye kalır geride, aşkın yokluğuna , ya da evliliğin aşkı öldürdüğüne dair.

Mağrur bir uçurum büyür en ince yerinden kırılan yüreğin ortasında
Dipsiz kuyular açılır bir zaman sevgiyle sarılmış kulların arasında
Tam da oradadır aşılmaz kaf dağları
Havada bir elektrik rüzgarı
Bir şimşek çakabilir habersiz
Yangınlar ortasında ölümcül bir üşüme
Zaman mı soytarı - devran mı haşarı
Yürek teslim olmuş kalmış öylece yenik
Bekler az sonra inecek yıldırımları
Kapanmaz çukurlar açar yürekte
Kapanmaz bir daha
Ansızın çıkıverir yol ayrımları

Bazen ansızın çıkar yol ayrımları. Önceden hiç düşünülmeden, farkında olmadan hazırlanır ilerdeki uçurum. Kavgalar, tartışmalar olurken, ayrılığa gidildiği bilinmez. Basit tartışmaları, sivilciyi kaşıyıp yara yapmak gibi, azdırırız karşılıklı; bunun bizi bir bitişe götürdüğünü bilmeden. Çoğu zaman, basit olaylardan ortaya çıkan kırılmalar ve verilen tepkiler, o davranışı karşımızdakinden beklemediğimiz içindir. İnsanı düşmanları değil, en çok sevdiği yaralar çünkü. Onun acı sözü dayanılmaz gelir. Nasıl olur da sizi seven biri, bu denli kırabilir kalbinizi. İnsanı en çok sevdiği öldürür . Oysa insanı en çok yaratan da sevdiğidir; işte bu yüzden en çok o öldürür.
Ayrılık belki de evrensel bir yasadır. Doğum bir ayrılık ve kopmadır. Ölüm de öylesine kesin bir ayrılık ve kopma. Her an bir diğer andan kopar ve geriye dönmek olanaksızdır. Bir soluk diğerinden kopmadır. Bir an sonraki sen, bir an önceki sen olamazsın, bir an daha yaşlandın. An andan ayrılıksa,bir an önceye ölüp bir an sonraya doğarız sürekli.Zaten bu dünyada hiçbir şeyin tam olarak sahibi değiliz. Ne malımız bizimdir, ne övündüğümüz kariyerimiz gider bizimle öbür tarafa. En yeni giysiler de, eskir, en yeni binalar da yıkılır bir gün. Ne evimiz bizimdir, ne adımız. Adımız da unutulur bir gün. Bir gün bizi anımsamayacaklar. Bizsiz de dönmeye devam edecek dünya. O nedenle ayrılık biraz ölmektir. Ayrılık biraz öldürmektir ayrıldığımızı. Ölmek kadar acıdır bu nedenle ve zordur. Çoğu zaman hazırlıksız gelir, ya da biz hazırlıkların bizi oraya götürdüğünü bilmeyiz.
İçimiz bir mezarlığa döner zamanla. Ne dayanıklı canlılarız. Giderek ölümün acısı da siliniyor işte. En sevdiklerini yitirenler de bir süre sonra gülebiliyor. Hayat bizimle alay eden bir oyun mu, yoksa biz mi çok nankörüz. Bu dünyada seçerek mi yaşadık bu acıları. Hiç hesaba katar mı birbirinin parmaklarını heyecanla tutarak birlikte yıldızların şarkısını göz göze dinleyenler, bir gün,hiç karşılaşma şanslarının olmayacağını,ayrı yollarda yürüyeceklerini. Belki de her sevgilide büründüğümüz kimlik ve kişilik bir çağrıdır sevgiliye. Ona “işte beni böyle bir insan yap, şu gördüğün gibi, iyi biri yap, masum, dünya güzeli, yani senin hayalinde olan her neyse, beni aşkınla o insana dönüştür.”diye sesleniyoruz. ”Ben de koşa koşa değişeyim, senin hayalindeki kimlik asıl kimliğim olsun, beni aşkınla yeniden var et” diyoruz,hep onun beğenisine uygun davranışların diliyle. Ama farklı davrandık mı, o zaman tepki görmeye başlıyoruz. Bizim farklı davranışlarımız, daha doğrusu, onun ummadığı davranışlarımız, onun da farklı ve bizim ondan ummadığımız davranışları getiriyor. Karşılıklı hayal kırıklıklarıyla büyütmeye başlıyoruz ilerde düşeceğimiz uçurumları. Oysa sevgili her şey değilse, aşk aşk olur mu.



Hangi Anne çocuğunun doğunca altını batıracağını bilmez. Buna katlanmadan temizlemeyi öğrenmeden anne olunur mu. Hangi anne bağırarak çocuğunun altını batırmasını engelleyebilir ki. Ayrılık çoğu zaman bağışlamayı bilmeyen aşkların kederli sonucudur. Bağışlamakla başlar değişmek; karşılıklı değiştirmek. Kuşkusuz değişmek, hatalarını bırakmak anlamında değişmek, ancak kişinin kendi isteyerek yapacağı bir davranıştır. Gerçek sevgi, sevgiliye doğru değişmenin cazibesini nasıl reddeder ki.
“Dünya kuruldu kurulalı bilinir: Aşk, derinliğinin farkına, ancak ayrılık saati gelip çattığında varır. “ diyor Halil Cibran. İnsan yitirdiklerini yitirince anlıyor. Belki yaşanmadan öğrenilmeyen en kesin bilgi birlikteliktir. Yaşarsın, yürürse yürür, yürümezse biter. Oysa ne ağacın, ne çocuğun büyümesi, ne yapının yükselmesi, ne dağın aşılması kolay değildir.Her eylemin zorluğu ve sıkıntısı vardır; ancak emek verilirse istenilen noktaya varılabilir. Aşk kuşkusuz yakıcı, yok edici ve yeniden var edicidir. Bencillere göre değildir bu yüzden. Hoş hepimiz bencil değil miyiz. Belki aşk en bencil yanımızda başlar. Sahip olmak isteğinin hat safhaya vardığı bir yanı yok mudur. Aynı zamanda, bencilliğimizden çırılçıplak soyunmamızı öngörür. Belki de kendimizi soyunup, kendimizsiz kalmaktır aşk. Yenibaştan var olmaktır, çeliğimizin eriyip, su gibi eriyip, yeniden şekil almasıdır aşk. Bu yeniden var oluşta, artık her şeye “ben” merkezli bakmamayı öğreniriz. Sonsuz evrenin bir parçasıyızdır. Artık her zamankinden daha çok bakarız yıldızlara, çiçeklerle daha çok bütünleşir, yağmurlarla birlikte yağarız. Önceden yağmurları severdik, çiçekleri severdik ve onlardan bizim de olmasını isterdik. Ama şimdi, onların da içinde olduğu evrenin bir parçasıyız; aşkımızla,evreni saran aşka katılırız. Çünkü her aldanış tüm aşklara ihanet, her aşk, sonsuz aşk ummanına katılan yeni bir güzelliktir. Şöyle söylüyor Halil Cibran:

“Sarp ve kayalıklıdır sevginin yolları,
Ama içinize ateş düştü mü izlemekten geri durmayın,
Gerçi sözleri düşlerinizi darmadağın edebilir.
Ama sizinle konuştuğu zaman
yine de ona inanmazlık etmeyin,
çünkü başınıza tacı oturtacak olan da,
sizi çarmıha gerecek olan da sevgidir.

Tıpkı; püsküllerin mısırı sarışları gibi
sevgi de sizi kendisine sarar.
Soyunmanız ve önünde çıplak kalmanız için sizi zorlar,
Bembeyaz kesinceye dek evirir, çevirir, acı verir canınıza.
Boyun eğdirinceye dek ezer, yoğurur sizi.

Sevgi, tüm bunları başarır,
yeter ki siz kalbinizin sırlarını öğrenin ve
bu yolla hayatın yüreğinden bir parça olun.”

Aşk dediğiniz duygunun kurduğu gökyüzünün biçimlendirilmesinde, aşkın haricinde olan ne varsa, hak sahibi ve yetkili olunca, ortaya Sen- Ben kavgaları çıkıyor. Sen- ben kavgaları, aslında aşkın giysilerini reddetmekten başkası değil. Sonra senin ve benim arkadaşlarımız, sülalelerimiz, soyumuz sopumuz karşı karşıya getiriliyor. Çoğu zaman onlar da zaten işin içine giriyorlar, hak sahibi ve yetkili olarak. Aklın kuralları, mantık oyunları, hesaplar, kitaplar, giderek yalanlar ve iftiralara boğuluyor, işin ta başında sudan çıkmış bir nilüfer kadar masum ve temiz olan “seni seviyorum” cümlesi. Sadece toplumsal veya koşulların ortaya çıkardığı engeller yüzünden büyüyen her ilişkide, kişi karşısındakinin tanımadığı, bilmediği tüm yanlarını kutsallaştırarak tanrısal bir hale getirir. Sonuçta da bir gün engelleri aşıp buluşmak mümkün olursa, ulaşılmaz tanrısallıklar çabucak beş para etmez bir değere büründürülür. Yeryüzünde inşaası en zor yapıdır aşk, bir o kadar da kolay. Acılı bir yolculuk olmadan çıkılan bir dağ doruğu var mı. Aşktan sadece huzur mutluluk bekleyen, pişmemiş hamurdan nefis ekmek tadı umanla aynıdır. Birilerinin parası, pulu, şanı şöhreti, statüsü eğer sevme nedeni olursa, hatta dudaklarının biçimi, boyunun santimi, sevme nedeni olursa, ne yazık ki, gizli bir fahişelikten başka bir şey değildir yaşanılan. Cibran devam ediyor:

“Ama diyelim ki, korkulara kapılmışsınız ve
sevgiden salt bir huzur ve zevk bekliyorsunuz.
O zaman bir an önce çıplaklığınızı örtün ve
sevginin zorlu düzeninden uzaklaşıp mevsimleri
olmayan bir dünyaya sığının daha iyidir.

Karşısındakine kendinden başka bir şey vermez sevgi
ve kendinden başka hiçbir şeyi geri almaz.
Çünkü sevgi kendi kendini bütünler
ve kendi kendine yeterlidir, sevginin
kendini mutlu etmekten öte hiçbir arzusu yoktur.”

Sonra ayrılıklar geliyor. Hayatın en katı ve kaçınılmaz gerçeği. Bütün bitişler, yanlış yaşanmış güzelliklerin tüketilmesi sonucunda iflas bayrağı çekmekten başka nedir ki. Bazen çok geç, bazen çok erken, ölüm gibi bir kaçınılmazlık oluyor ayrılık. Yıllarca birlikte yaşayıp da, aşınmaz kaya inatların değişmesini, kafasını o kaya inatlara vura vura bekleyenlerin yazık ömrüne. Kafaları vura vura, ne çok şey kaybetmiş oluyorlar. Bir daha coşku duyamayacak denli, içlerinde ne kadar güzellik varsa kurumuş oluyor. Yeniden canlanmak, yeniden yürümek, yeniden sevmek için ne kadar ölü oluyorlar; yaşayan bir ölü. İçlerinde her saniyesinde öldükleri yılların cesediyle ve ağırlığıyla, sürekli yüzlerini geriye dönerek, geriyle kavga ederek, hesaplaşarak yaşamak, yaşamak değil ki.Oysa Mevlana’nın dediği gibi:
” Dünle birlikte gitti cancağızım ne varsa düne ait,
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım...''dır.
Oysa yaralının yaşaması ve yeniden eski haline gelebilmesi için, sevgiden başka bizi kim kurtarabilir. Önce içimizde ne varsa boşaltıp, yeni emekleyen bir çocuk gibi başlamak hayata, çiçekleri kuşları yeniden keşfederek başlamak yenibaştan; bizi sevgiden başka ne kurtarabilir ki yaşadığımız onca azaptan. Yıllarını birbirini tüketerek,yağmalayıp yok ederek geçirenlerin,yollarını ayırıp da geriye dönüp baktıklarında yaşadıkları yalnızlık ne acı ne ölümcüldür.

O başkaysa
Sen başkaysan
Başkaysa molozlar
Kayalar kefenkler granitler
İklimler başkaysa, martlar nisanlar farklıysa
Ayrılık kaçınılmaz olarak gelecektir.

Vermek, ama kendinden vermek değil mi sevmek.
” ağzın yemekle doluyken
nasıl
şarkı söyleyebilirsin?
elin altınla doluyken
nasıl
dua için açabilirsin? ” diyor Cibran. Dört duvar arasında elli yıl altın satıp para kazanan insan, aslında nasıl gökyüzünden, denizlerin şarkısından, yıldızların ihtişamından uzak, rüzgârsız güneşsiz bir tutsak olduğunu bilmeden, birden bire,hayatın yol ayrımında, hep ertelediği güzellikleri yaşayamadan ölüveriyorsa, öylesine, elleri, yaşamanı araç kılan hırslarının avuçlarında kelepçeli olanlar, tutamaz sevginin parmaklarını. Sadece özünden veren el yakalayabilir sevgiyi, sadece şarkı söyleyenlerin saçlarını sevginin rüzgârları okşayabilir. Cibran diyor ki:
''sahip olduklarınızdan verdiğinizde,
çok az şey vermiş olursunuz;

gerçek veriş, kendinizden vermektir.

çünkü sahip olduklarınız, yârin ihtiyacınız olabilir
diye saklayıp koruduğunuz şeylerden ibaret değil mi?

ve yârin, kutsal şehre giden hacıları takip ederken, kemiklerini,
iz bırakmayan kumlara gömen fazla uyanık bir köpeğe ne getirebilir? “

Hırslarından arınmamış olanların yaşadıkları ilişkilerde sevgi kaçıncı sıradadır. Sevgi baş tacı olmadığı yede yaşamaz. İşte bu nedenle, sevginin sonsuz göğü altında soyunduğumuz kendimiz, bizim hırslarımızdır. Karşısındakinin varlığını bir araç olarak görenler, kendi ben’lerine dokunulunca oyuncağı elinden alınan bir çocuk gibi ağlamaya bağırmaya başlarlar. Bu ne boğucu bir iklimdir. Bıçakların birbirini bilemesi gibi, bencillik de bencilliği biler. Bilenen bencillik sürekli sevgiye saplanarak onu her gün öldürür. Ölü sevgilerin cesedi başında yıllarca birlikte yaşayanların ne yazık ömrüne. Sevgi gerekli olanı istemeden verir, bencillik sadece alır. Ertelenmiş ömürlerin sonunda ayrılık geldiği zaman, sevgi artık var olmadığı için, vedalar da olmaz. Sadece düşmanlık, sadece kin, sadece öfkedir geriye kalan; sadece ölü bir sevgiden götürülen, içimizde birikip dağ olmuş bencilliktir. Çoktan ölmüş bir sevginin kaldırılmaz ağırlığıyla, içimizde yaşamdan kopmuş bir yük taşırız. Vedası olmaz ölü sevgilerin. İşte o cesedi taşıdığımız sürece de, çok zamandır, hiç yaşamadığımız, oburca aç olduğumuz bir sevgidedir gözlerimiz. Oysa içimizdeki cesetlerle kimse sevemez bizi. Hep almaktan yana açlığımız, vermekten yana dönmedikçe, yeni bir sevginin sularında kulaç atamayız. Yönümüzü, ileri dönmeden sevgi bizi sarmayacaktır. Büyümesi için ışık ve su vermeden büyümeyecektir içimizde yeni bir fidan. Yıkıntılardan güzel çiçekler büyüdüğünü görenler, yeniden başlamalarda, geçmişin acılarından sayısız bilgi çıkartarak sevgiyle sarabilirler yaralarını.

Bin yıl önce de, birilerinin koyduğu kurallar sevgiden yana değildi ve o kurallara rağmen aşklar vardı. Bu gün de sevgiyi yok etmek için tezgâhlanmış düzenler, insanı insanlıktan çıkartırken, kuşkusuz ayrılıklar da kaçınılmaz olarak yaşanacak, kendi insanımıza giden yolda. Bir sürü insana “canım” derken, aslında “canımız” olmadığını anlamanın hayal kırıklıklarıyla devam edeceğiz yolumuza.

Neylesen gelir ayrılık, neylesen gelir akşam
Neyleşen ıslatır yağmur- demini alır çay
Bardakta kalakalır şarap kan keser
Acıdır bağrına hicran düşer
Kalakalır boşlukta el
Aşkın şebnemi dökülür bakışlardan
Bir taze yara saklanır da gülüşte
soğur okşaması mucize parmaklar
neylesen gelir güz yaprak yaprağa hışım
ama bilmezsin ölüm ne demdir
bütün şarkılar ayrılık
yere düşer al karanfil
alır götürür bilinmeze
sonakalır havada yel
bir daha duymayacaksın kokusunu
bir gündüz düşü mü yanılsama mı yoksa
bir çılgın karabasan yol ayrımları

ansızın iki damla yaş dökülür
bütün kavgalardan arınmış
günahsız
insanı ikiye böler yol ayrımları
bırak
kalbin
bir kez daha
paramparça olsun varsın


Ayrılık da aşk kadar onurlu olmalıdır. Senin insanın seni bilirdi. Demek ki başka iklimlere ait yürek şarkıları. Bu yüzden başka bir hal dilidir okunamayan. Bırak azat et kendini ve birlikte yürüdüğün insanı. Bağışla onu, bağışla. Bağışlamadığın sürece, içinde ne büyük hesaplaşmalar yaşayacaksın. En sonunda, hep sen haklı, hep o suçlu olacak, giden zamanlarına acıyacaksın. Bırak, bağışla, haklı haksız arama artık, başkaydı o,sen başkaydın, ondan öğrendiklerin de oldu, onunla geçen güzel zamanların da, kendini azat et ona duyduğun kinden. Kuşkusuz ki, ölmüş bir sevginin acısıdır şimdi içini yakan. Bu nedenle, bağışla onu, bağışla kendini. Bağışlamak ne büyük bir özgürlüktür. Bağışlayarak arındır içini yaralardan,cesetlerden, düşmanlıklardan; bağışla ve kurtul bu azaptan. Dudağında kırık dökük bir şarkıyla git, içinde geride kalana dair iyi dilekler olsun. Tam da Cibran’ın dediği gibi
“”Ve yüreğinize gömdüğünüz sevgili için
iyi bir şeyler dileyip yatın,
Dudaklarınızda onu yücelten bir şarkı olsun...”

04.09.2006 03:34
Adnan Durmaz
Not: “İşte sevgili, bir tek sevgili
Nasıl değiştirir dünyanın gerçeğini” Murathan Mungan

Adnan Durmaz
sayac Kez Okundu
DertOrtagimblogspot.com

0 Yorum

Yorum Gönder

Yeni Düşenler

Abonelik:

E-Posta Adresini Gir: