Gülümse Gülüm

Gönderen Dert Ortağı 16 Haziran 2010
http://img215.imageshack.us/img215/2739/3473996682b85fb16a.jpg

Uzun süredir görüşmüyorduk onunla.  Ankara’dan gitmeden görmek isteyen bendim, görüşmeyi teklif eden de. Ne de olsa onca güzel şey yaşanmıştı, konuşacak bir şeyler daha olmalıydı “yine de güzeldi”nin yanında. Eskisi gibi gülerek geldi yanıma, saçlarını arkadan toplayıp topuz yapmıştı,  eskiden hiç toplamazdı, en çok sevdiğim şey zaten omuz başıma saçlarının dağılmasıydı. Gülüşünde gizli bir hüzün vardı ve de eğer birini çok iyi tanıyorsanız, yüzündeki işaretlerden birçok şeyi çıkarıverirsiniz.
Dedi ki bana “kanserim…”
Nasıl ama! Mide kanseri… Gülerek söylüyordu. Söyleyecek neyim olabilirdi ki ona? Sustum… Şimdi düşün ey okuyucu! Yüzünde ay ışığı solgunluğuyla bir çift iri kara göz dikmiş, gözlerinin içine bakışını, öleceğini söylüyor sana ve konuştuğu dili hiç bilmesen dahi sesindeki ölüm korkusu öylesine ürkütücü ki, gülüşü bile örtemiyor bunu.
“Kemoterapiye başlandı” diyor… Ve o anda bir hıyarlık daha edip saçlarına bakıyorsun, hayır tüm çaban yüzünde acı ifadesi olmasın diye… “İkinci ya da üçüncüde başlıyormuş dökülmeye” dedi. “Beşinci seansa kadar devam ediyor. Tabii beşinci seansa kadar yaşayabilirsem.” Bu kez gülümseyişle bitirmedi sözünü, gülmeye de çalışmadı… Gözlerinin altında çukurlar oluşmuş, koyu-derin kötü bir mor renk almıştı.
“Canım, ağlama…”
Kollarımın arasında bir kız, sessizce ağlıyordu. Hıçkırıkları, çevresinden korkan ürkek bir güvercin gibi tüm vücudunu titretiyordu.  ”Senden bir şey istiyorum” dedim ona, başını kaldırıp yüzüme baktığında tıpkı rüyalardaki gibi ağzını açmaksızın konuştu, sanki “ben de yaşamak istiyorum” der gibi…
“Gülümse!” Yüzünde, kederli bir gülümseyiş belirdi. “İşte böyle” dedim. “İşte böyle birlikte yeneceğiz kederi/kaderi… yeter ki sen iste.” Ona o gün daha önce arkadaşlarımın başına gelmiş olan, bir yerlerden duyduğum ya da bizzat benim yaşadığım ne kadar komik anı varsa anlattım, abarttım. Güldükçe yeni şeyler uydurup, o an orada anlatacaklarım hiç bitmesin istedim.  Sonra aklıma başka bir fikir geldi, gidip garsondan kağıt kalem aldım, sayfaya karikatürler çiziyor, ona nasıl çizileceğini uzun uzun anlatıyordum. Kaç saat geçti bilmiyorum, epey bir zaman sonra artık hastalığı  ve ölümü unutmuş olmanın verdiği keyifle masadan kalkmıştık. “Sık sık görüşelim” dedim, “buradayım daha.”
“Kendini asla yalnız hissetme olur mu?”  Eskiden olduğu gibi durağa kadar birlikte gittim onunla. Otobüs gelirken sarıldık yeniden ve gözüm yine durağın hemen yanındaki çınar ağacının dallarına takıldı, ilk kez ona sarıldığımda yine buradaydım ve eğlence dolu geçen birkaç saatin minnettarlığıyla sarıldığında çok şaşırmış, diğer insanların bize bakıyor olduğu düşüncesi beni utandırmış -ah şu şarklılık-, gözümü anlamsızca ağacın dallarına dikmiştim. “Öyleyse ah zaman dur geçme” diyor ya Goethe, işte çoğu kez diyor bunu insan. Akreple yelkovan arasında sıkışan hayatlardan kurtulmak, bambaşka bir yerde yeniden başlamak istiyor bu kez zamanı götürmeden gittiği yere. “Yarın gelebilir misin?” dedim giderken. “Kemoterapi var” dedi. “Çok yorgun oluyorum sonrasında, haftaya bugün görüşelim yeniden” “Tamam dedim”, “haftaya buradan alırım seni”. Otobüsün camından el sallarken yüzüne yeniden hüznün hakim olduğunu fark ettim kederle. Hayır böyle olmamalıydı. Zaten yavaş akan trafikte kaldırımdan otobüs camının paralelinde koşmaya başladım. İlkin fark etmedi, sonra şaşkınlıkla ne yaptığımı gördü,  yeniden güldü. Biraz ileride otobüs kırmızı ışıkta durunca ona tek kişilik ve muhtemelen başka kimsenin fark etmediği gösterimi sergiliyor, güldükçe çevredeki her şeyin, her biri birer uzaylıyı andıran insanların giderek değiştiğini, güzelleştiğini hissediyordum.
Bugün, geleceğine dair söz verdiği gündü. Durağın önüne gidip bekledim. İnsanlar indi otobüsten, her seferinde onun da ineceği düşüncesiyle, heyecanla bekledim. Durağa onlarca otobüs yanaştı, insanlar art arda diziliyor, kimisi geciken otobüslere sinirleniyor, kimisi sıcaktan ve otobüslerin yavaş oluşundan şikayet ediyordu. Gökyüzüne turuncu kır çiçekleri dağıtarak battı güneş, karanlık bir el uzanıp akıttı zehrini geceye, Ay olduğundan daha solgundu, sanki… Ağlamak yok, söz verdik birbirimize ama şimdi bir yağmur yağmalı dedim kendi kendime… Tüm kaldırımlar seslenmeli, milyarlarca çalgılı kocaman bir orkastra gibi… Camlara çarpmalı damlalar çaresizce, pencereden sokağı seyretmeli insanlar “mevsimler iyice değişti” diyerek sadece… “Bir yağmur yağmalı heyhat, sırılsıklam olmalıyım” dedim. Gelseydi masal anlatacaktım ona, ağlayabilseydim belki anlatmama hiç gerek kalmayacaktı…  Midemde acı veren bir ağrıyla bekliyorum şimdi. Ondan kelimeler gelecek, rüzgar yapraklara fısıldayacak, bulutlar harflerini taşıyacak, yahut bu yazdıklarımı, loş odanın içinde haykırarak okuyacak, bir iyilik perisi onun düşüne dalacak ve bütün bunları tekrarlayacak biliyorum. O sadece uyandığında son kısmını hatırlayacak.
“Gülümse gülüm dağılsın hüzün, gülümse ki yenilsin ölüm…”

Uğur YILMAZ
sayac Kez Okundu
DertOrtagimblogspot.com

0 Yorum

Yorum Gönder

Yeni Düşenler

Abonelik:

E-Posta Adresini Gir: