AMERİKAN DEMOKRASİSİ VE İŞKENCE SANATI

Gönderen Dert Ortağı 15 Şubat 2009

Haber Merkezi / TIMETURK

AMERİKAN DEMOKRASİSİ VE İŞKENCE SANATI

Leyla Enver*

Daha önce bahsetmiştim, bu sıralar epey TV seyrediyorum, hiç de alışkanlığım değildir hani.

Kaçırmamaya çalıştığım bir program Sami El-Hac’cın Guantanamo’daki detaylı çilesini anlatıyor.

Her Salı var. İlk bölümü kaçırmıştım fakat 2 ve 3’ü seyretmeyi başardım. Arapça anlayan herkese şiddetle izlemesini tavsiye ederim.

Program, Sami’nin Amerikan demokrasinin yer altına doğru kabus yolculuğunun nasıl başladığını anlatan canlı röportaj serilerinden oluşuyor

Özetle, Kabil’de yakalanıp gözaltına alınır, daha sonra Kandahar’a götürülür ve tutuklanır. Arkasından da Guantanamo’ya uçar. Esir 345’in ömrünün 7 senesi Amerikan demokrasisinin zindanlarında geçer. Tanıklık etmek için hayatta kalır. Bir amacı vardı yani öyle sanıyorum. Fakat hangi bedele karşılık?

Onu konuşurken izlemek, toplama kampından kurtulan bir soykırım kurbanını izlemek gibi. Hayır, soykırım kurbanından çok daha kötü. Bu adam Amerikan demokrasisi tarafından tutuklandı, aşağılandı, işkence gördü, hayatı boyunca taşıyacağı yara aldı.

Bu adam Afgan zindanlarında yüzlerce defa sorgulandı ve Amerikan sorgucuları onun MASUM olduğuna ikna oldu. El-Kaide’yle hiçbir bağı olmadığına dair yeterince kanıtı vardı. Serbest kalacağının garantisini verdiler. Ve ona sordular:

“Seni bırakırsak, bizim hakkımızda ne diyeceksin?”

Cevabı:

“Gerçeği söyleyeceğim”.

Bir hafta sonra Guantanamo’ya getirildi. Guantanamo’ya Türkiye üzerinden uçtu.

Sami’nin davar gibi Guantanamo’ya transfer edilmeden önce Afganistan’daki Amerikan hapishanelerinde geçirdiği günlerle ilgili anlattıklarının hepsinin tek tek saymam mümkün değil. Fakat önemli noktaları nakledeceğim.

Sami’ye hafızasından çıkmak istemeyen şeyin ne olduğu sorulduğunda, “fiziksel işkence, kişi fiziksel acı gidince unutabilir fakat akli/psikolojik aşağılama/işkence bu asla geçmiyor” diye cevaplıyor.

Diğer 40 kişiyle birlikte tutulduğu iğrenç şartları ayrıntılı olarak anlatıyor. Aşırı soğuk- sadece bir battaniye izin veriliyormuş. Günde 3 defa ve 2 dakika olmak dışında tuvalete gitmesi yasak. Bu nedenle bir şey yemeyi ve içmeyi kesmiş. Yerdeki bir delik olan tuvalette herkesin gözü önünde, tavandan iki Amerikalı kadın asker izlerken ve küçümseyen yorumlar yaparken ihtiyacını gidermesi gerekiyormuş. İçme suyu çok kısıtlıymış. Bir şişe 40 kişi tarafından paylaşıyormuş. Yıkanma ve abdeste izin verilmiyormuş. Dişlerin fırçalanması yasak. Afganistan’da tutukluyken, “bitler derisinde süründüğünü” görene kadar 4 ay boyunca duş alamamış.

Yiyecek plastik bir torbada veriliyormuş ve içinden “bir köpek gibi… elleri kelepçeli” yemeleri gerekiyormuş. Amerikalılar sıklıkla onlara yemeleri için domuz eti veriyormuş.

O ve diğer esirler sürekli olarak alay edilmiş, tacize uğramış, dövülmüş, yumruklanmış, aşağılanmış…

Kandahar’da tuvalet bir kovaymış ve ihtiyaçlarını gidermesi için diğerleri arasında dolaştırılıyormuş. Esirin sonrasında kovayı elleri ve ayakları bağlıyken taşıması gerekiyormuş. Birçoğu, tökezlemiş, düşmüş ve üzerleri dışkıyla kaplanmış. Yıkamalarına bile izin verilmemiş.

Amerikalılar esirlerin ibadet etmezlerine izin vermemiş. İzin verdiklerindeyse içeri dalıp secde edenlerin kafaları üzerine botlarıyla basmışlar. Esirlere Kur’an ve İncil verilmiş. Kur’an düzenli olarak Amerikan askerleri tarafından dışkı kovalarına atılmış.

Amerikalılar esirlerini eğlenmek için de kullanmış. Sami’nin saçını kazımış ve kafatası üzerinde bir haç işareti bırakmış. Bazı zamanlar bir kaşını tıraşlayıp diğerini bırakıyorlarmış, bazen de bıyıklarının yarısını kesip sivri sakal yapıyorlarmış.

Bazı sorgucular Arap hainleriymiş, eminim bunların benzerlerini blog dünyasında da bulabilirsiniz. Amerikalılar her tür Arap hainini sorgu amacıyla kullandı. Mısırlılar, Kuzey Afrikalılar, Iraklılar ve diğerleri… Tıpkı Ebu Gureyb’de yaptıkları gibi. Umarım Bağdat’taki Ebu Gureyb’i hatırlıyorsunuzdur. Ben hatırlıyorum ve asla Ebu Gureyb’i unutmayacağım.

Masum olduğu için serbest bırakılacağına inanan Sami, onun yerine Guantanamo’ya götürülmüş. Belini saran ayaklarına uzanan bir zincirin bağlı olduğu elleri kelepçeli şekilde uçuş 16 saat sürmüş.

Gitmo’daki esirlerin sonradan çekilen resimlerde yürürken eğilmelerinin nedeni bu olsa gerek. İki Amerikan askeri, demokrasinin askerlerinin etrafını sardığı o uçakta, uçağın tabanında oturmuş.

Her birinin parmağı çenesinin altında, şah damarının olduğu yere sabitlenmiş. Eğer uyurken başı düşerse, parmağı her şah damarından onu dürtecek şekilde. Ya da eğer başı bir an süren özgürlük uyuklamasında düşerse kafasına vurulacak.

Programın üçüncü bölümü yayınlandı. Fakat “demokrasi”nin doğum sancıları Guantanamo’da 6 yıl daha sürmeye devam etti. (devamı gelecek… Önümüzdeki Salı yeni bölümü izledikten sonra.)

Gitmo’daki diğer bir esir Bünyam Muhammed’in tenasül organları İngilizlerin yardımıyla Amerikan demokrasisi tarafından doğrandı. (Telegraph)

Uzun lafın kısası, Gitmo’da bulunan 700’den fazla esirin MASUM olduğu, diğer bir ifadeyle SUÇLANMADIĞI. Sadece 250’si kaldı. Amerikan Demokrasi tarafından hayatları sonsuza kadar değiştirilmiş daha fazla masum. Onları kim geri alacak? Bazıları Türkmen, bazıları Yemenli, bazıları Çinli. Bu adamlar, ilave işkence korkusuyla ülkelerine geri dönemezler. Onlara ne olacak? Kim onlara sığınma sağlayacak?

Tanrım, Amerikan Demokrasisi adına harcanmış, mahvolmuş ne kadar çok hayat.

Amerikan tarzı İşkence Sanatı konusuna gelmişken, demokratik olarak işgal altındaki Irak’ta yapılan ve devam eden işkenceden de bahsetmeliyim. Kesinlikle bunu yapmalıyım.

Demokratik olarak işgal edilmiş Irak’ta keyfi tutuklamalar hala çok yaygın. İnsanlar zindanlarda kaybolur. Ekserisi Sünni Araplardan oluşan esirler yargılanmaz ve en rezil şartlara tıkılır. Gözaltı merkezlerinde kadınlara tecavüz edilir. Çocuklar hala esirdir. İşkence normal karşılanır. Yargılama yoktur.

Akrabam Kamel, yine nakledildi. Amerikan gözaltından Irak gözaltına, oradan tekrar Amerikan gözaltına ve yine Irak gözaltına. Ömer, Ömer’e ne oldu, diğer akrabam? Neredeler? Suçlamalar ne? Milyonlarca Dinar ödendi, hademelere, hapishane yöneticilerine, yargıçlara, avukatlara, polislere ve diğerlerine… Hiç biri Kamel’i ve Ömer’i bırakmak istemiyor. Onlar ARAP SÜNNİ. Bu kadar basit. Bunlar Amerikan Demokrasi’sinin meyveleri.

Ebu Gureyb’e ve tenasül organlarının kesilmesine geri dönelim, daha doğrusu tenasül uzvunun baltayla koparılmasına. İngilizlerin bu bölgede de, yani Güney’de gayet iyi iş çıkarttığına size hatırlatırım.

Bu resmi (yukarıdaki) unutmak istemiyorum. Bu resim, İşkence, Irkçılık, Sadizm, Kıskançlık, Nefret, Garez, İntikam, Kincilik … ve “insanlar”da ikamet eden diğer tüm şeytaniliklerin anlamak için ihtiyaç duyduğunun her şeyi içeriyor. Hepsi de Demokrasiyle taçlanmış. Demokrasi adına. Masum bir halka karşı, hem de kendi ülkelerinde.

Nereye gittiğimizi fark ediyor musunuz? Bence zaten çoktan vardık. Bu demokrasi benim nutkumu tutuyor ve aptallaştırıyor.

Efendilerinin ayak izini takip eden sadık şu anki Bağdat’taki, Güney’deki, “Kürdistan”daki Irak hükümeti Amerikalılardan miras kalan tıpatıp aynı teknikleri kullanıyor. Amerikalılar da bunu İsraillilerden öğrenmişti. Size hatırlatmak zorundayım. Amerikalıların Irak’taki işkence sanatının “danışılan uzmanları” İsraillilerdi.

Bir İşkence Sanatı, “önde gelen” Amerikan “entelektüelleri” tarafından desteklendi. Bunlar sanatı arıtmak ve daha etkin kılmak için ideolojik, kültürel ve psikolojik arkaplanı/çatıyı sağladı. Bernard Lewis, Vali Nasr, Fuat Ajami, R. Patai, bunlardan birkaçı… (isimlere ve onların dini/mezhebi ilişkilere dikkat edin)

Bunu Amerikan “akademisyenleri”nin tefsir ettiği şekilde işkence sanatında pratik yapan diğer uzmanların bir numara çok-satanlar izledi ve “Bir terörist nasıl çökertilir?-How to break a terrorist?”i üretti.

Milyonlar Amerikan demokrasisi için kırıldı. Yenidünya düzenin doğum sancılar, arızalı ve deforme canavarları doğurmak için dinmedi… Zindanları ve mezarları mesken tutan hayaletlere ve avare ruhları doğurdu. Bunu göremiyor musunuz?

Bunu görememeniz komik. Kendinize, “birkaç çürük elma”, “biraz abartı” gibi cümlelerle hala kendinize yalan söyleyebilmeniz ve hala demokrasi olduğunuzu zannetmeniz komik.

Komik… Hiç de bile.

Kesilmiş tenasül uzvuna ne oldu? Onu nereye attınız? Ya da nerede saklıyorsunuz? Iraklıların beyinlerini zafer andaçları olarak gizlediğinizi ve kavanozlarda sakladığınızı anımsıyorum, ta 1991’den beri hatta.

Yani konu olan esir hala hayattaysa ve tenasül organını geri istiyorsa, hangi kavanoza ve çöp kutusuna bakması gerekiyor? Onu da mı Guantanamo’ya naklettiniz, gözleri ve kulakları örtülü olarak? Onu da metalle mi zincirlediniz? Yoksa onu pleksi cam bir kap içine koyup New York’taki çağdaş sanat müzesinde mi saklıyorsunuz?

Sorular, sürekli kendime sorduğum… Demokrasi hakkında kafa patlatırken… Sizin demokrasiniz.

*Iraklı bayan yazar. (Kaynak:UrukNet, Çev:Oğuz ESER/TIMETURK)

Leyla Enver’in diğer yazısı:

‘Özgürlük' tarafından çarmıha gerilenler

sayac Kez Okundu
DertOrtagimblogspot.com

0 Yorum

Yorum Gönder

Yeni Düşenler

Abonelik:

E-Posta Adresini Gir: