Hayat Denen Silüet...

Gönderen Dert Ortağı 22 Mayıs 2010
Hayat Denen Silüet...
Vakit yok bir sevdayı ellerimle büyütmeye… İsterdim ki geniş
vakitlere gebe bir zamanda sevdalara sürgün versin ruhumun tüm
renkleri. Ama sevdaları yaşamak için uzun vakitlere sahip olamadık.
Yitik kelimelerle, devrik cümlelerin arasına sıkıştı hayat denen
silüet. Sonra sen geldin, sevda geldi ve ruhum ekşimiş bir zaman
kavramının içinde unutmuştu bu duyguyu…
Ama sen geldin, çocukluğumdan kalan kalabalık yaşanmışlıklarıma
kadar götürdün beni…

Eskiden kalma küçük bir çocuk heyecanı, dünya adına aşk diye
hatırladığım… Fuar vardı o zamanlar bu kentte… Sıcacık bir temmuz
akşamı, coşkuyla koştuğum o kalabalık arasında annemi, babamı kaybetme
telaşlarım vardı. Ne büyüktü o zaman bu kent, yoksa ben mi çok
küçüktüm!... Sıcak bir temmuz akşamı coşkuyla koştuğum yolların bana
aynı hızla yılla sonra geri döneceği aklıma gelmezdi! Ne zaman hayat
beni çocukluğuma taşısa balkonu çiçekli bir ev olur düşüncelerim;
babamla balkondaki çiçekleri suladığımız, annemin "Yine mahvettiniz
balkonu" serzenişleri… Oyuncaklarla aram iyi değildi ama
unutamadıklarım arasında ilk bisikletim… Karınca yuvaları yetiyordu
bana, bir de bahçe çiçekleri… O yüzden bir sürü çiçek adı bilirim;
lale, güngüzeli, çançiçeği, akşamsefası, gayret çiçeği, yıldızpatı,
kamelya, tesbih çiçeği, krizantemler, zambaklar, mis kokulu
hanımelleri… Büyüyünce şehir küçüldü, arka bahçemize binalar
kondurdular… Şimdi ise tuzun dokunduğu bir yara sızısı hayat. O yüzden
yaralıdır ellerim çünkü en çok onlar şahittir çocukluk anılarıma…



Sonra sen geldin, çocukluğumdan kalan kalabalık yaşanmışlıklarıma
götürdün beni ve inan yaşanmışlıklarımız, yaralarımız,
yalnızlıklarımız, en çok da büyümüşlüğümüz acıtır bu sevdayı…İşte bu
acı ve hayatın içine sinen bu dağınıklık beni uzak tutar sevdalardan.
Bu kadar eskilerden bir yerden -çocukluğumdan- sızmıştı sevdan ama
inan gücüm yok bu sevdayı ellerimle büyütmeye. Hem sen acı çekmek
istersin, her geçen gün daha fazla ağrımalı kalbindeki aşk sızısı…
Bense, sevdalara merhem kıvamında kalmayı severim. Yani gitmek için
çoktu sebepler. Gidilecek kadar yüreğimizde ağrı duymuştuk bir kere,
sadece dilsiz kalmıştık, hepsi bu kadar! Eylemleri yok cümlelerimin
uyuşuk bir ağrı şimdi yüreğimde dirilttiğin. Gelemem, kalamam da… İki
dudak arasından nasıl ayrılır gidiyorum kelimesi; bilmiyorum… Yazması
daha ağır ama yazmalı… Eğer bir sevda, seni çocukluğuna taşımayı
başarmışsa uzak kalınmalı ondan çünkü bir gün çocukluğun gibi
kaybolacaktır geride ellerinde yaralar bırakarak.

Gitmek devam etmektir, gittikçe hareketlenir dünya manzarası.
Çocukluğum, durağan kalan yanımı sevmez o yüzden -gitmeliyiz-
gitmeliyim… Boşluk ve gitmek aynı şeydir aslında; kalkıp gittiğin
yerde boşluğun kalır ve bir müddet sonra başkası, başkaları yer alır o
boşlukta… Doldurulmayan bir boşluğum olsun isterdim içinde, tıpkı
çocukluk anılarına benzesin. Ne zaman çocukluğuna dokunsa ruhun,
dudaklarının arasında "gitmeliyim!" kelimesini sana fısıldatan bir
boşluk kalsın geride.

Çocukluğun durağan kalan yanını sevmez o yüzden -gitmeliyiz-
gitmelisin… Zaten uzun vakitlere sahip olamadık sevdaları yaşamak
için. Yitik kelimelerle, devrik cümlelerin arasına sıkıştı hayat denen
silüet… Ve sen gittin… Ben, çocukluğumun küçük kızını kandırdım!


alıntı
sayac Kez Okundu
DertOrtagimblogspot.com

0 Yorum

Yorum Gönder

Yeni Düşenler

Abonelik:

E-Posta Adresini Gir: