Hayatı güzelleştirmek

Gönderen Dert Ortağı 18 Temmuz 2010
Anlatırlar ki penceresi Sadabad sarayına bakan sıbyan mektebinin bahçesinde yaseminlerin berrak ıtırları havuzun fevvaresinde kırılan sularla buluşurken dokuz-on yaşlarında sekiz çocuk, rahlelerinin başına oturmuş musıkî ve kıraat dersi alıyorlardı.

Hepsi Eyüpsultan köyünden olan bu çocuklar içinde İstanbul'un ünlü âlimlerinden inci taciri Celil Mirza'nın güzel kızı Bihruze de vardı. Hace muallim haftanın üç günü geliyor, dillere destan güzelliğiyle Haliç'in iftiharı sayılan küçük yalılardan güle oynaya mektebe varan çocukları bahçedeki kameriyenin altında yan yana diziyor, musıkî meşk ettiriyor, bendir, çeng, ney ve rebap usulü gösteriyor, sonra da şiir, Arapça ve Farsça çalıştırıyordu. Çocukların dördü hanende, diğer dördü sazende olarak yetişiyordu. Bihruze, hanende arkadaşlarına eşlik ederken çengini dizine koyup göğsüne yaslıyor, parmaklarının zarif hareketleri ney ve rebaba eşlik ediyordu. Mektebin köpeği o çalarken hiç ses çıkarmadan dinliyor, sanki onun çeng sesini anlıyordu. Hace muallim, Bihruze'nin, çengin tellerine dokunur veya parmaklarını perdeler üzerinde gezdirirken yaptığı zarif hareketlerin musıkîye çok yaraştığını ve ileride şarkılarını saraylarda sultanların dinleyeceğini her fırsatta ilan etmekten ve onu övebildiği kadar övmekten kaçınmıyordu. O ki ne kadar övülse o kadar layık idi; çeng nağmeleri onun ellerinde yanık ve içli bir hikâyeye, derin ve kadim bir nefese dönüşüyor, dinleyenlerin kalbine bir hüzün bırakıyor, ney ile yarışıyordu. Uzayıp giden dalgaları ve yemyeşil yamaçları perde perde dolaşan ve Kâğıthane'de hemen her kulağın alışık olduğu çeng sesinin en efsunlu hali sanki bu küçük çocuğun nefesiyle ruh buluyor gibiydi.

O gün musıkî faslı bitmiş, güzel yazı için hokkalar rahlelerdeki yerlerini almıştı. Hace muallim, yazı meşki için getirdiği kitabı torbasından çıkardığı vakit ise bütün öğrenciler sevinçten ellerini çırpmaya başladılar. Çünkü en sevdikleri kitaptı bu. İçinde öyküler vardı ve o kitabın içindekiler üzerine yazı temrinleri yapmak her zaman bir eğlence olagelmişti. Hace muallim, kitabı öğrencilerden birinin önüne koydu. Çocuk, rastgele açtığı bir sayfadaki hikâyeyi kelime kelime okumaya başladı. Birkaç dakika içinde sınıfta bütün dikkatler hikâyeye çevrilmiş, okunan kelimeler ile yazan kamış kalemlerin cızırtısından başka ses duyulmaz oluvermişti:

" Mecnun'un kabilesi bir araya gelmiş ve Leyla'nın obasına bir haber göndermişlerdi:

- Bu delikanlı sevgisinden helak olacak; azıcık merhamet gösterseniz de bir kere olsun Leyla'yı görmesine izin verseniz ne ziyanı olur?

Leyla'nın obasından cevap geldi:

- Onun Leyla'yı görmesini engellememiz Leyla için değil, onun içindir. Zira o Leyla'yı görmeye dayanamaz diye korkuyoruz.

Bunun üzerine Mecnun'u getirmişler. Daha Leyla'nın kapısını araladıkları vakit Mecnun Leyla'nın gölgesini görmüş ve yere yığılıvermiş."

Hikâye bittiği vakit havuzun başında öncekinden daha derin bir sessizlik oldu. Fıskiyenin su şıkırtıları bile duyulmuyordu neredeyse. Hace muallim dersin bittiğini söyleyecekti, ama kimse yerinden kıpırdamıyordu. Bihruze birden kendini toparladı. O sırada beyaz kâğıda dökülen bütün siyah mürekkepler Leyla ve Kays isimlerini yazmıştı. İçine sevgi sindirilmiş bu hattın bambaşka bir tarz oluşturduğuna inandı. Harflerin her biri âhengin ve tenasübün üstatlar tarifine uygun görünüyordu. Şeyh Hamdullah yazsa böyle yazardı. Konu sevgi olunca Bihruze, hattın güzelleştiğini fark etti.

Hace muallim dersin bittiğini söylemedi, hayır, onun yerine musıkî meşki için herkesin hazırlanmasını söyledi. Sınıfta bir kıpırdanma oldu. Hanendelerin akıllarında hâlâ Kays'ın düşüp bayılması sahnesi vardı anlaşılan. Ritm başladı, nefesler birer birer ahenge girdi. Yunus güftelerinden birini geçmeye başladıklarında ise terennümler ağızlarında sanki can buldu ve seslerine öylece yansıdı. Akıllarında hâlâ hikâyedeki sevgi vardı. Hiç kimse diğerine söylemedi ama musıkînin güzelleştiğini fark ettiler.

Bihruze'nin çeng sesi bittiği zaman mektebin köpeği usulca yerinden kalktı, köşedeki eniklerinin yanına doğru ilerledi, her birini ayrı ayrı kokladı. Sevgi bahçeye yayılmış olmalıydı; enikler annelerindeki şefkatin daha bir güzelleştiğini fark ettiler.

Meşkin sonunda Hace muallim yerinden doğruldu. Böyle güzel talebeleri olduğu için şükretti. Bir kez daha yaptığı işin güzelliğinden memnun oldu, ömrünü eğitmeye adamış olmaktan mutluluk duydu. Hem de sevgiyle eğitmeye... Yazdırdığı hikâyedeki sevgi gibi... O gün dersin daha da güzelleştiğini fark etti.

Keşke bu hikâye dört yüz yıl evvel yaşanmış olsaydı, keşke o zaman kız çocukları da erkek çocuklarla birlikte mektebe varsaydı da oralarda bilim, sanat, edebiyat ve estetik okusalardı. Eğer öyle olsaydı biz de bugün hayatın güzelleştiğini fark edecektik.

İskender PALA
13 Temmuz 2010, Salı
sayac Kez Okundu
DertOrtagimblogspot.com

0 Yorum

Yorum Gönder

Yeni Düşenler

Abonelik:

E-Posta Adresini Gir: