Franklin Roosevelt, 30 Ocak 1882’de Hyde Park, New York’ta doğdu. Hem annesi Sara Ann Delano hem de babası James Roosevelt, New York’un zengin ve soylu ailelerindendi, babası Hollanda, annesi ise Fransız kökenliydi. Franklin, ailenin tek çocuğuydu.
Roosevelt, ayrıcalıklı bir ortamda büyüdü. Annesi, babasından daha dominant bir karakterdi. Avrupa’ya yaptıkları sık ziyaretlerin sonucu olarak Roosevelt iyi derecede Almanca ve Fransızca öğrenmişti. Kürek, polo, tenis gibi spor dallarına merak sarmıştı.
Roosevelt, Massachusetts’teki Groton School adlı yatılı okulda okudu. Okul müdürü Endicott Peabody’den çok etkilenmişti çünkü müdür, öğrencilerini yardıma ihtiyacı olan insanlara yardım etmeye sevk ediyordu. Lisans derecesini Harvard Üniversitesi’nden aldı, bu sırada Adams House adlı lüks bir evde kalıyordu ve Alpha Delta Phi derneğinin bir üyesiydi. Lisans öğrenimi sırasında kuzeni Theodore Roosevelt’in Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı’na şahit oldu ve onun liderlik tarzından çok etkilendi, onu rol modeli olarak benimsedi.
Roosevelt 1905’te Columbia Hukuk Okulu’na girdi ancak 1907’de New York State Bar sınavını geçtiği için okulu bıraktı. 1908’de prestijli bir Wall Street şirketinde işe girdi, burada anonim şirket hukuku dalında çalıştı.
1910’da Roosevelt, 1884’ten beri bir demokratı seçmeyen New York State Senatosu’na katıldı. 1 Ocak 1911’de gerçek anlamda siyasete atıldı, bir grup reformcunun başkanı oldu. Bu grup, Demokratik Parti’ye uzun süredir hükmeden gruba karşı çıkıyordu. Kısa bir süre içinde Roosevelt, New York demokratlarının arasında popüler bir isim oldu. 5 Kasım 1912’de ikinci kez seçildi ve 17 Mart 1913’te New York State Senatosu’ndan istifa etti.
1913’te Roosevelt, Woodrow Wilson tarafından donanmanın asistan sekreteri seçildi. Sekreter Josephus Daniels’ın altında görev yapıyordu. 1913 – 1917 yılları arasında donanmanın gelişimi için çalıştı ve Birleşik Devletler Donanma Rezervi’ni kurdu. Wilson, bu sırada donanmaya Orta Amerika ve Karayip ülkelerine müdahale görevi verdi. 1920’de başkan yardımcılığı seçilme kampanyası sırasında yaptığı konuşmalarda siyasetçi, Latin Amerika siyasetinde çok önemli bir etkisi olduğunu, hatta Amerika’nın 1915’te Haiti’ye dayattığı anayasayı da kendisinin yazdığını söyledi.
Donanmada görev yaptığı yıllar boyunca Roosevelt, bu kuruma karşı ömür boyu sürecek bir bağ oluşturdu. Kısa bir süre içinde, yöneticilik yeteneği sayesinde devletin birçok kurumuyla bütçe onaylamaları hakkında pazarlığa girişiyor ve her zaman kazanan o oluyordu. Denizaltılarının savunucusuydu ve Alman denizaltılarıyla savaşmak için müttefik devletlerle işbirliği yapılmasını savunuyordu. Hatta bu amaç için Norveç – İskoçya arasına denizden bir mayın hatı döşemeyi teklif etti. 1918’de Amerikan donanma üslerini incelemek amacıyla İngiltere ve Fransa gezilerine çıktı. Bu sırada Winston Churchill’le tanıştı. Kasım 1918’de 1. Dünya Savaşı’nın bitişinin ardından seferberliğin sona erdirilmesinden sorumlu oldu ancak donanmanın dağıtılmasına tamamen karşıydı. Haziran 1920’de, donanmadaki görevinden istifa etti. 1920’de, Ulusal Demokrasi Kongresi’nde Amerika Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısı adayı olarak seçildi.
1921 Ağustosu’nda, Campobello Adası’nda tatil yaptığı sırada Roosevelt bir rahatsızlık geçirdi. Bunun sonucunda ise belden aşağısı felç oldu. Felç kalıcıydı ancak siyasetçi, hayatı boyunca rahatsızlığının kalıcı olduğunu kabul etmek istemedi. Birçok terapi denedi, 1926’da Georgia’da bir yer satın aldı, burayı felçlilerin tedavi olabileceği bir hidroterapi merkezine dönüştürdü ve kendisi de burada tedavi görmeye başladı.
Gerçekte iyileşiyor olmadığı halde Roosevelt, etrafındakileri iyileştiğine inandırmayı başardı çünkü halkın karşısına çıkabilmesi için bunu başarması gerekiyordu. Kalçalarına ve bacaklarına takılan demirler sayesinde kısa mesafeler de olsa yürümeye başladı. Halkın karşısında değilken tekerlekli sandalye kullanıyordu ve onu kimsenin bu şekilde görmesine izin vermiyordu. 2003’te yapılan bilimsel çalışmalar, siyasetçinin rahatsızlığının Guillain-Barre sendromu olduğunu ortaya çıkardı.
1928’de Roosevelt, politik kariyerine geri dönmeye yetecek kadar iyileştiğini düşünüyordu. Hastalığı sırasında Demokratik Parti’yle önceden kurduğu bağları koparmamaya çalışmış ve 1928 seçimleri Demoktarik Parti başkan adayı olan Alfred Smith’le de yakın dost olmuştu.
Roosevelt, 1929’da vali seçildi. Başkanlık yolunda 4 yıl sonra kendisinin yanında olacak Frances Perkins, Harry Hopkins gibi isimleri de bu sırada takımına katmaya başladı. Demokratik Parti’deki dominant grup, siyasetçinin önüne bir engel olarak çıkıyordu çünkü 1930’daki seçimleri kazanabilmek için bu grubun iyi niyetini de arkasına alması gerekiyordu. 1930’da, Charles Tuttle’ı 700.000 oy farkıyla geçerek ikinci kez seçildi.
1932 başkanlık seçimlerinden önce, Herbert Hoover’ın seçimleri kazanamayacağı açıkça belli olunca Roosevelt bu görev içi en güçlü aday gibi görünmeye başlamıştı. Alfred Smith’i destekleyen bazı güçlü devlet adamları mevcuttu ancak Smith, New York Demokratik Partisi’ndeki kontrolünü kaybetmiş, Roosevelt’in kontrolü ele geçirmesine engel olamamıştı. Teksas lideri John Nance Garner da Roosevelt’in arkasında durmaya karar verince siyasetçi, başkanlık adaylığını almayı başardı.
Seçim kampanyaları, 1929’da başlayan Büyük Bunalım’ın gölgesinde sürdürüldü. Roosevelt, seçim kampanyaları sırasında tüm kamu harcamalarının acilen kısılması gerektiğine dikkat çekti. Seçim sonuçlarına göre oyların %57’sini topladı ve 6 eyalet dışında tüm eyaletlerin yönetimini almayı başardı. 1933’te Giuseppe Zangara isimli biri, Roosevelt’e suikast girişiminde bulundu. Sıktığı 5 kurşun siyasetçiye isabet etmedi ancak Chicago valisi Anton Cermak hayatını kaybetti.
1933 yılında Roosevelt göreve başladığı sırada, Amerika Birleşik Devletleri tarihinin en ağır krizini yaşamaktaydı. İş gücünün yarısı işsizdi, çiftçiler fiyatların %60 oranında düşmesiyle büyük bir zorluk altındaydılar ve endüstriyel üretim 1929’dan bu yana %50’den fazla oranda azalmıştı. 2 milyon insan evsizdi. Bankacılık sistemi tamamen çökmüştü.
Tarihçiler Roosevelt’in programını bir "rahatlama, kendine gelme ve reform programı" olarak tanımlıyorlardı. Onmilyonlarca işsizin rahatlamaya ihtiyacı vardı. Kendine gelme, ekonomiyi normal seviyesine çekme anlamına geliyordu. Reform ise, o güne kadar yanlış giden şeylerin uzun vadeli onarımı ve iyileştirilmesi demekti.
Rooseelt’in göreve geldiği günden sonraki ilk 100 günü, stratejisinin ilk kısmına, yani rahatlamaya eğiliyordu. Bunun yanında yatırım yapmaya ve para harcamaya çekinen kesimi rahatlatmak için de birçok hareketliyle güven ortamı yaratmaya çalıştı. Başkanın doğal bir güven ve iyimserlik yanının olması da ülkenin gidişatında çok etkili oldu. Göreve geldiği gün banka paniği yaşanıyordu. Ünlü sözlerini bu zaman söylemişti: "Korkmamız gereken tek şey korkunun kendisidir". Ertesi gün bankaların açılmasını sağlamıştı ve bu haraketi "kendine gelme" stratejisinin bir parçasıydı.
Rahatlama stratejisi altında yapılan şeylerden birkaçı şuydu; yerel görevlerde çalışmak üzere yüzbinlerce gence iş bulunması, çiftçilerin ürünlerine daha yüksek fiyat verebilmesi için onlara para ödenmesi, milyonlarca insana ev sahibi olabilmeleri için yardım sağlanması. Başkan aynı zamanda seçim öncesi kampanyasında verdiği sözü tuttu ve federal bütçede kesintiye gitti, buna askeri harcamaların ve asker maaşlarının kesintisi de dahildi. Araştırma ve eğitim giderleri de kısıldı.
Amerikan ekonomisi, Roosevelt’in başkanlığı sırasında hızla büyümeye başladı. Ancak bu büyüme yüksek düzeyde işsizliği de beraberinde getirmişti. Bu dönemde Başkan, vergi gelirlerinde de değişikliğe gitti, toplanan vergiler büyük ölçüde arttı. Vergiler 2. Dünya Savaşı yıllarında daha da arttı.
1919’da "Ülkeler Ligi"ne katılmayı reddeden Amerika, dış politikada izolasyona doğru gitmeye başlamıştı. Roosevelt, bu izolasyonu körüklememeye çalıştı. Latin Amerika’yla iyi komşuluk ilişkileri oluşturulmaya çalışıldı. Haiti’deki Amerikan güçleri geri çekildi, Küba ve Panama’yla yeni anlaşmalar imzalandı. 1933’te imzaladığı anlaşmayla Başkan, Latin Amerika ülkelerinin içişlerine karışma hakkını elinde bulundurduğunu açıkladı.
1936 yılındaki başkanlık seçimlerini yine Roosevelt kazandı. Birinci dönemin aksine, ikinci dönemde çok az sayıda yeni ana kanun yürülüğe girdi. Başkan, hızla gelişmekte olan işçi sendikaları tarafından destekleniyordu. Bu sırada Almanya’da Adolf Hitler’in hızlı yükselişiyle körüklenen yeni bir dünya savaşı korkusu mevcuttu. 1935’te, İtalya’nın Etiyopya’yı işgali sırasında Amerika’da, Amerikan güçlerinin yardım amaçlı ülke dışına çıkarılmasını yasaklayan yasa çıkmıştı. Roosevelt, Etiyopya gibi yardıma muhtaç ülkelerin durumu yüzünden bu yasaya karşı çıkmıştı, kardeş ülkelerin yanında olma haklarını engellediğini savunuyordu. 1939’da savaş patlayınca, bu tarafsızlık yasasını göz ardı eden Roosevelt, İngiltere ve Fransa’ya yardım etmenin yollarını aramaya başladı. Bu sırada da, 1940’ta İngiltere Başbakanı olan Winston Churchill ile yakın dost oldu. Anti-emperyalist olan Başkan’ın amaçlarından biri dünya üzerindeki kolonileşmeyi sona erdirmekti.
1940’ta Danimarka, Norveç, Hollanda, Belçika, Lüksemburg ve Fransa’nın işgal edilmesiyle işgale dayanamayacak hale gelen İngiltere’nin durumunu göz önüne alan Amerikan halkı ve politikacıları, Roosevelt’in arkasında durarak askeri harcamaların arttırılmasına, tarafsızlık politikasının feshedilmesine ve acilen İngiltere’ye yardım edilmesine karar verdiler.
Roosevelt, 1940 Başkanlık seçimlerini kazanarak 3. dönem başkanlık görevini yürütmeye başladı ancak bu dönem 2. Dünya Savaşı’nın ağırlığı altında geçti. 1941’de işsizlik ciddi derecede azaldı, hatta işçi ihtiyacı Güney ülkelerinden göçe neden oldu. Yurtiçi politikaları artık Başkan’ın bir numaralı endişesi değildi. 1941’de ise, İngiliz savaş uçakları artık Amerikan hava aracı taşıyıcılarıyla Akdeniz’deki savaş alanlarına taşınıyor, İngiliz donanması da Amerika’daki üslerden her türlü yardımı alıyordu.
Roosevelt, savaş yılları boyunca Japonya’yı savaşın dışında bırakmaya çalıştı. Ancak 1940’ta Japonya Çin’i işgal edince öncelikle Çin’e yardım etmeye başladı, daha sonra da Japonya’ya benzin satışını kesti. Böylece Japonya’nın yakıt alımının %95’i aniden kesilmiş oldu. 7 Aralık 1941’de Japonlar Pearl Harbor’a saldırdı. Roosevelt Japonya’ya karşılık vermeden önce Almanya’yla ilgilenmeye karar verdi. Roosevelt, Winston Churchill, Joseph Stalin, Chiang Kai-shek ve Charles de Gaulle birlikte hareket etmeye karar verdiler. Savaş ise Amerika’nın başını çektiği müttefik devletlerin zaferiyle sonuçlandı.
Roosevelt’in sağlığı 1940 yılından beri kötüye gidiyordu. Vücudu, stresli hayatının etkisinde, geçirdiği felci kaldıramamaya başlamıştı. Yüksek kan basıncı ve uzun süreli bir kalp rahatsızlığı vardı. 1944 seçimlerinde, Roosevelt’in başkanlığı sırasında öleceği açık olduğu halde, 4. kere başkan seçildi. 12 Nisan 1945’te beyin kanamasından öldü.
Roosevelt, 1902’de, başkan olan kuzeni Theodor’un akrabası olan Anna Eleanor’la bir Beyaz Saray yemeği sırasında karşılaştı. Henüz birer çocukken tanışan çift, birbirini uzun süredir görmüyordu. Ikili, 17 Mart 1905’te evlendi. Eşinin aksine Eleanor Roosevelt utangaç ve asosyal biriydi. Çocuklarını büyütmek için evde oturmak istiyordu. İkilinin 6 çocuğu oldu: Anna Eleanor (1906 – 1975), James (1907 – 1991), Franklin Delano, Jr. (3 Mart 1909 – 7 Kasım 1909), Elliott (1910 – 1990), Franklin Delano, Jr. (1914 – 1988) ve John Aspinwall (1916 – 1981). Çiftin sağ kalan 5 çocuğu da babalarının ününün gölgesinde düzensiz hayatlar yaşadılar. Toplamda 19 evlilik, 15 boşanma geçirdiler ve 29 çocuk sahibi oldular.
Roosevelt, evli olduğu sırada başka beraberlikler de yaşadı. Bunlardan bir tanesi Eleanor’un sekreteri Lucy Mercer idi. Eleanor Roosevelt bu ilişkiyi öğrendiğinde boşanmak istedi ancak Başkan, eşini boşanmamaya ikna etti.
Roosevelt, Afro-Amerikanlar, Yahudiler gibi azınlıkların saygısını kazandı ve onları arkasına almayı büyük ölçüde başardı. 1941’in başlarında, savaş zamanı ortaya çıkan yeni iş imkanlarından yararlanmaları için azınlıklara yönelik bir dizi kanun çıkarttı. Afro-Amerikanların orduda daha üst kademelere getirtilmeleri için çalışmalar yaptı. Ancak 1960larda, 2. Dünya Savaşı sırasında Yahudi soykırımını engellemek için yeterince çalışmadığından dolayı bazı kesimler tarafından kınandı.
1999’da yapılan bir araştırmaya göre, tarihçiler Abraham Lincoln, George Washington ve Franklin Roosevelt’i gelmiş geçmiş en iyi üç başkan olarak görüyor. Ayrıca Amerikan vatandaşları, Roosevelt’i 20. yüzyılın en hayran olunan 6. kişisi olarak seçmiş. Başkan, Amerika’yı çok ağır bir ekonomik bunalımdan kurtardığı, Amerikan halkına herşeyden önce psikolojik anlamda destek verdiği, bunun yanında ülkeyi dünyadaki liderlik seviyesine taşımada büyük bir adım attığı ve politikalarıyla bugünü dahi etkilediği için tüm dünya ülkeleri açısından önemli bir politikacı olarak görülüyor. Roosevelt’in Hyde Park’taki evi şu anda bir ulusal müze. Ayrıca ülkede onlarca parka, sokağa, okula onun adı verilmiş.
Kaynak: http://www.biyografi.info/
0 Yorum